Pazartesi, Nisan 22, 2024
Muhterem hanımefendi
Pazar, Nisan 21, 2024
"Varım"
Mesele İlhan Berk veya Devlet Ana romanının niteliği değil... İnsanın, dünyada varolma biçimi, "varım" deme arzusu... Sanat ve sanatçılarda bu his ve tavır meşru sayılıyor ama sanki (artık) onlara özgü filan diyemiyorum.
Vasıfsız çalışanlardan nitelikli iş gücü sahiplerine varıncaya kadar bütün insanlarda, yanılıyor da olabilirim, bana gittikçe öyle gelmeye başladı, kendileri dışında bütün insanları "salak" ve "cahil" bulma iştahı ve gösterisi var. Kimle konuşsanız, kendileri dışındaki herkese bir saydırıyor..."Bu millet" veya "biz" diye başlayan kestirimlerde bulunuluyor, üstelik bu kestirimler erkeklerin (ve erkeklerden öğrenen kadınların) "her şeyi bilme", "öğretme", "doğru olanı seçme" iddiasıyla da karışıyor... Gününü gösteriyoruz, kendimizi gösteriyoruz... Falan filan işte... Performans sanatlarımızdan "o ne yaa..."
Şov mast go on yaşıyoruz.
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Döner Durur
Ama buna gücümüzün yetmeyeceğini biliriz, acizliğimiz karşısında şunu düşünürüz. Benim hissettiğim acı ve kederi, insan olan herkes hisseder.
Sonra acı ve keder kesilmedikçe, katledilenler bitmedikçe bu düşünceden giderek uzaklaşırız, insanın insan tekini sevmediğini, rekabet ettiğini, kendini bir diğerinden üstün gördüğünü biliriz, öğreniriz.
Eğer inanıyorsak, hissettiklerimizi Allah'ın da gördüğünü, er ya da geç, bu haksızlığını gidereceğini, olup bitenlerden sorumlu olan kimlerse onları cezalandıracağını kabul ederiz.
Tabii ki bu bir temennidir, gerçekte, başka tür bir cezalandırmadan yanayızdır. Parçası ve faili olduğumuz, hemfikir olduğumuz bir cezalandırmayı isteriz.
Suç, bizim yakınımızdaysa, bizim hayatımıza dokunuyorsa cezanın şimdiki zamanda, bu dünyada çekilmesini, verilmesini isteriz.
Linç, tam da böylesi bir mantıkla nefes alıp verir.
Peki ya kanunlar?
Eğer biz istiyorsak, intikamcıysak, kanunların bizden yana olmadığına inanırız.Ya da kanunların yeterli olmadığına, yetmediğine...
Zulmü durdurmak isteyen bilincimizi de Allahı da kolayca unuturuz. İntikamı hepimiz istiyorsak haklıyızdır, hepimiz istiyorsak meşruyuzdur.
Zaman, insanın insana zulmettiği bir devranda döner, durur.
Cuma, Nisan 19, 2024
En İyi Jenerik Ödülü
Bozkır-Kırıkhayıtlar, New York
Festivali Tv-Film Ödüllerinde En İyi Jenerik ödülünü aldı. Yarışma öncesinde
benden tasarım sürecini anlatan-açıklayan bir metin istemişlerdi. Yazdıklarımı
paylaşıyorum.
Bozkır, Türkiye
taşrasında geçen bir polisiye. İsmini seyrek bodur ağaçlardan oluşan,
kurakçıl otlarla dolu ekolojik bir bölgeyi niteleyen coğrafi adlandırmadan
alıyor. Sosyal hayatın metropollere göre çok daha sınırlı olduğu
muhafazakâr küçük bir şehirde geçiyor. Yıllardır seri cinayetler işleyen bir
katil ailenin etrafında gelişen bir sezon hikayesine sahip
Jenerikte gördüğünüz, hikaye
akışını ve karakterlerini içine kattığımız gerçek bir duvar halısı… Senaryoyu
yazarken halıyı jenerikte ve hikaye akışında görsel olarak kullanmayı hayal
etmiştim. Hatta o halı, daha senaryo fikir olarak aklımdayken dahi elimdeydi ve
o abartılı pulp estetiği bana ilham vermişti.
Çok değil çeyrek asır önce
dahi, Türkiye taşrasında ve metropollerin göçmenlerin yaşadığı kenar
mahallelerinde duvar halıları mutlaka kullanılıyordu. Halılardaki desenler hem
ruhen bir güzellik unsuruydu, göç edilen ve özlem duyulan toprakları
çağrıştırıyordu hem de madden ısıyı-sıcaklığı koruyordu. Duvar halısı, Bozkır
hikayesi için bu bakımdan işlevseldi, modernlik ile geleneksel arasında gezinen
bir nostaljik unsurdu. Dizinin gerçeklik vehmini ve sahiciliği
artıracaktı.
Bir katil aile anlattığım için
duvar halısını onlarla da ilişkilendirmek istiyordum. Seçtiğim halının
deseninde meydan okuyucu, pervasız ve saklanmayan kadınlar vardı. Bu pulp ve
naif erotizmi, katil ailemize bağladım. Ailenin genç erkekleriyle marazi bir
yakınlığı olan hala, yıllar yıllar önce, bu duvar halısının önünde onları
tahrik etmek amacıyla sayısız kez dans etmişti. Halaya aşık olan ergenler
büyüyüp cinayet işlemeye başladıktan sonra bu halıyı bir sembol ve cinayet fonu
olarak başka bir biçime dönüştüreceklerdi.
Jenerikle ilk kez karşılaşan seyirci, duvar halısını Bozkırı imleyen bir hoşluk olarak görecek ve geçecekti ama hikaye ilerledikçe, jeneriği daha farklı okuyabilecek, öne çıkartılan karakterleri ve gelişmeleri tek tek keşfedecekti. Jenerik sadece üreticilerin isimlerin sıralandığı bir bölüm değil, kendi senaryosu ve estetiği olan bir hikaye unsuru olacak, bize güç katacaktı.
Perşembe, Nisan 18, 2024
jaxintaiwan
https://www.deviantart.com/jaxintaiwan/art/Frip-and-Menny-1038235101 |
https://www.deviantart.com/jaxintaiwan/art/Gobbo-and-Qet-1037889214 |
https://www.deviantart.com/jaxintaiwan/art/Hitter-now-1037888426 |
https://www.deviantart.com/jaxintaiwan/art/Refused-and-alone-1037888838 |
https://www.deviantart.com/jaxintaiwan/art/The-heart-needs-more-1037889548 |
Çarşamba, Nisan 17, 2024
Tıpkı
Bilenler için güzel espri, üstelik Delisle'nin bir üretici olarak ne yapmaya çalıştığını da anlatıyor. Çizgi romanlar bir anlatım aracı olarak ömürlerinin neredeyse tamamını erkek çocuklara adadı, harcadı... Sadece onlara yönelikti. Arada tek tük okuyanlar olurdu ama istisnaydı ve kız çocuklarının ilgisini çekecek içerikleri yoktu...
Yani grafik romanlar sadece edebiyata ve daha derinlikli hikayelere değil kadın okura da "yaklaştılar." Yanlış anlaşılmasın, mesele kadın kahraman olup olmaması değildi, "anne ve sevgili" klişelerinin dışında kadınlar yoktu çizgi romanlarda. Böyle bir sorunu yoktu, aklına dahi gelmiyordu yayıncıların ve editörlerin. Kahramanların duygusal krizleri, yenilgileri, insani zaafiyetleri hiç olmuyordu, her bakımdan muktedirlerdi ve bu durum erkek ergenliğine "iyi" ve "yeterli" geliyordu.
Manganın dünyada yaygınlık kazanmasıyla okur profili gençleşti, cinsiyet dağılımı değişti filan, yoksa çizgi roman, saklamaya lüzum yok, yaşlı ve göbekli erkeklerin nostaljiyle kucaklaştıkları, hatırladıkları ve özledikleri için birbirlerini kutsadıkları bir "vesile" olmuştu. Halen de öyle... yok yok, haksızlık falan etmiyorum.