Perşembe, Temmuz 28, 2016

Editörlük, Türkçe Edebiyat ve diğer şeyler




[İletişim’in] Okuyucusuydum önce, yirmi yıl evvelinden söz ediyorum. Tanıl’la (Bora) Türkiye’de Çizgi Roman kitabımı yazarken tanıştık, 1993 yılı. Sonra yazarları oldum ve o ara üniversitede çalışmaya başladım. Hayatını yazarak okuyarak, karşılığında para kazanarak geçirmek isteyen insanların kaçınılmaz uğrak yerlerinden biridir akademi.  Öte yandan zamanla anladım ki, ilişki biçimi, kavgacılığı, haseti, dedikodusu bana göre değildi, evet, idare ediyordum, bir disiplinim vardı ama enikonu mutsuzdum. Tanıl, bu halimi gördükçe, hele son yıllarımda, birlikte çalışalım istiyordu. 12 yıl çalıştığım üniversiteden 2007’de istifa ederek İletişim Yayınlarına geçtim. İlk birkaç yıl akademik kitapların editörlüğünü yaptım, sonrasında Türkçe Edebiyat… (…) Okuyucu ve yazar olarak kitaplara bakmakla veya seçmekle, yayın mutfağında kitap seçmek haliyle çok farklı. Geldiğim yer itibarıyla ilk fark ettiğim şu oldu. Üniversitede esere eleştirel bakılır, bunun eğitimi verilir, jürilerde kıyasıya eksik aranır… Oysa editörlük, bir tür iyimserliktir, oldurmaya bakarsınız, eksik gedik yine vardır ama siz onu ikmal etmeye, yazarı teşvik etmeye çalışırsınız. İletişim Yayınlarında, seçimler ve öneriler birkaç aşamalı olur. Her ay toplanan geniş bir yayın kurulumuz var. Çeviri ya da telif eserler, o kurul öncesinde, editörlerin oluşturduğu mail grubuna gönderilir, öneriler önce orada tartışılır. Sonra, ayrıca yayın kurulunda karara bağlanır. Neye göre seçiliyor kitaplar derseniz… Her yayınevinin bir geleneği, yayınlanmış kitaplarının oluşturduğu bir omurgası vardır. Seçimler bu omurgaya uyumlu olarak da yapılır, buna muhalefet ederek yeni arayışlara da girilir. Editörler arasında uyuşmazlık olması bence bu bakımdan iyidir, geliştiricidir. Bir editör, okur olarak gidip satın alacağı kitabı, kendi yayınevinde yayın için uygun bulmayabilir ve bu garip değildir. Yayın kurulundaki tartışmalar bu yüzden yapılır zaten. Seçimler, kitaba göre, yazara veya zamana göre değişebilir. Bazen bunlarla ilgisi de olmayabilir. Çok satar kitaplardan uzak duruyoruz ama kitap satarak dönen bir yayınevindeyiz, geçimimizi buradan sağlıyoruz. Bunun farkında olmamız da gerekiyor. Önemli olan neşeyi ve iştahı kaybetmemek, yayıncılık o olmadan yürüyebilecek şey değil çünkü.



(…) Klişe olacak ama bu çok tarif edilebilir bir şey değil, iyi bir şeyi, sayfaları karıştırırken bile hisseder oluyorsunuz. Çünkü sahiden çok okuyorsunuz ve sürekli, mesleki deformasyon yaşamaktan korkuyor, birinin hakkını yemeyelim diye, metne dikkat kesiliyorsunuz. Kaba bir ayrım olacak ama ben iki tür kitap seçiyorum, iyi hikâyesi olanlar ve iyi edebiyatı olanlar… Böyle söyleyince saçma gibi durduğunu biliyorum. Kazanova’nın anıları edebi olarak iyi değildir ama oyunbaz, ahlaken düşkün bir adamın eğilip bükülmelerini, yalanlarını, riyakârlıklarını okursunuz, güzeldir, ilginçtir… Öte yandan birisi, belki yirmi sayfa, hepi topu üç dakikalık bir zaman dilimini anlatıyordur, okuduklarınızı birisine anlatınca anlamsız gelir ama yazar, diliyle sizi nehrine çekmiştir, kapılır gidersiniz. Bazı eserler, zamanı yakalarlar, bu önemlidir, yarına kalacak mı bilemezsiniz. Bazıları, zamanın ilerisinde ya da gerisinde kalırlar, risklidirler, risk alırsınız. Kişisel kıstaslarım da var. İlke olarak birden fazla yayınevine gönderilen dosyaları, aynı sorunlarla hemhal olduğumuz yayıncı dostlarımızla bu konuda rekabet etmemek adına daha baştan kabul etmiyor, hemen iade ediyorum. Bu tercih, rekabetçi yayın dünyasının işleyişi gereği, saçma duruyor olabilir. Ben Türkiye’de çok sayıda, herkese yeter sayıda yazar olduğuna inanıyorum. Böylesi bir rekabeti istemiyorum. (…) 2015'te 42 Türkçe Edebiyat kitabı yayınlamışız, 15'i ilk kitap, yeni yazar kitabı olmuş. Her üç kitaptan biri ilk kitap ve yeni yazar demektir bu. Yayıncılık adına risktir bu oran, çünkü okurlar, genellikle eser değil yazarın ismini satın alırlar, o ismi okurlar. Yeni yazar küçümsenir, herkes yazar oldu denir, kalitesizlik örneği olarak gösterilir, gerçek edebiyat bu değil filan… Bir torba klişe… Üç aşağı beş yukarı bir kitap kaç tane satar tahmin edebiliyorum artık… Bu yeni yazarların nasıl karşılanacaklarını tabii ki biliyorum. Yayın dünyasındaki herkes biliyor bunu… Bazen bir yazarın kitabı o kadar da iyi olmasa bile basmak istiyorum. Eğer o kitap yayınlanırsa, o insan sahiden de yazar olduğunu fark ediyor, işine ciddiyet gösteriyor, başka türlü bakıyor, daha iyi yazmaya odaklanıyor… Bu yıl çıkan o 15 yazarımızdan kimileri çok değil beş yıl sonra unutulabilir, kaybolabilir, ama o yazarlar şunu iyi biliyor, artık sahadalar, kaybolmamak ellerinde… Çok çalışacaklar… Devam edecekler…



(…) Tecrübe dediğiniz şeyin içinde mutlaka önyargı vardır, yanılgılar vardır ama editörlük yapıyorsanız, önce iyimser olacaksınız. Bir olumsuzlama varsa önce onun farkına varmalısınız, kapılmamalısınız. Önyargılarım yok değil, ama yeni yazarlara önyargıyla baksaydım, onlarla uğraşmaz, gidip iddialı ve tanınmış bir yazara transfer teklif ederdim. Hayatta yapmadım ve yapmayacağım böyle bir şeyi. Memlekette yeterince sağcı var, onlar yapıyorlar böyle çengelli işleri, ben yapmayacağım. Yeni yazarların yanında olmak, onların sevildiğini ve büyüdüklerini görmek bana daha çok heyecan veriyor. Biraz kişisel cevaplar veriyorum ama inisiyatif aldığınız bir iş yapıyorsanız, kişisel hikâyeleriniz de belirleyici oluyor yaptığınız işte. Ben Ankara’da yaşıyorum, ya da şöyle söyleyeyim, kültür endüstrisinde çalışıyor ve buna rağmen İstanbul’da olmamayı tercih ediyorum. Gözardı edilenler daha çok ilgimi çekiyor. İletişim Yayınları, Türkiye’de azınlıklar hakkında kapsamlı bir literatürün yayıncısı. Bağlam değişmiyor yani. (…) Genel olarak, televizyona ya da sinemaya uyarlananlar ayrıca çok satıyor, çok konuşuluyorlar. Onlar ayrı bir kategori. Hakeza ödüller sınırlı da olsa bir etki yapıyor. Edebiyatın magazini yok diyemeyiz. Bunun dışında okurun kendi arasında konuşarak çoğalttığı kitaplar var, en güzeli onlar. (…) Eskiden ne okunuyorsa bence onlar okunmaya devam ediyor. Hardcore edebiyattan söz ediyorum. Yine popüler kitaplar var, yine onlar, geleneksel okurun dışında birilerine ulaşıyorlar. Satın alma mecrası önemli: okur, kitaba nerede ulaşıyorsa ve orada ne kitap varsa onu okuyor. Bir de konuşkanlık meselesi var: insanlar okudukları kitabın medyada konuşulur olmasını isterler, okuyarak emek verdikleri kitap bir şekilde konuşuluyorsa kendilerini değerli hissederler. Kitap hakkında iyi ya da kötü dediklerinde bu kez önemli şeyler söylediklerini hissederler. Konuşulan kitap satar ve tercih edilir.
[İletişim]  Bence çalışkan ve inatçıyız. Her zaman az olanın yanında durduk, daima anlamaya çalışıyoruz. Sadece yayıncıyız, kitap satarak ayakta duruyoruz. Asıl önemlisi, az ya da çok, şu ya da bu, bunca yıllık tarihinde telifini bir gün olsun geciktirdiğimiz bir yazarımız, çevirmenimiz, bir muhatabımız yoktur. Bu dediğimi telifle yaşayanlar, telifini alamayanlar, açılmayan telefonları, cevap verilmeyen mailleri bilenler, bir yerlerden alacağı olanlar daha iyi anlarlar.  (…) Obur bir okurum, son birkaç yıldır, sadece çeviri roman okuyorum. Kimseye garip gelmesin, istisnalar oluyor ama tatil günümde başlayıp bitireceğim en fazla 10 formalık kitaplar seçiyorum, novellalar, uzun hikâyeler vs. İşim gereği çok okuduğum için uzun boylu kitaplardan kaçıyorum. Her ay asgari 6-7 kitap okuyorum, biraz da inat için, keyfim için okuyayım diye direniyorum. Editörlük, aşk olmasa çekilecek iş değil. Son sözüm bu.
[Osman Plabıyık'ın yaptığı söyleşinin tamamı bir yerde yayınlanmadı.]


Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails